Mavi M(ar)mara

Dünyanın göz yumduğu Gazze ambargosuna sessiz kalmayı içine sindiremeyen bir grup aktivist yol almak, yol bulmak, yol açmak amacı ile demir aldılar limandan. Mavi Marmaraydı Gazze için umudun adı…

Gıda maddeleri, giyecekler, tekstil ürünlerinin yanısıra ilaçlar, ultrason, sedyeler, hemodiyaliz, tomografi makinaları gibi pek çok tıbbi gereç bulunuyordu bu umut filosunda. Çimento, demir gibi ev yapımında kullanılacak inşaat malzemeleri ve bir takım teknik malzemeler de yerle bir edilmiş Gazze’nin yeniden imarı için kullanılacaktı belki de…

Bu yolculuğun belki de son yolculukları olduğunu bilen, çünkü israili bilen, 560 kişi de aynı duyguları paylaşıyordu… Bu zulüm bitmeli… bahası kan, dahası can dahi olsa…

Beklenmeyen şey değildi israilin bu yolculuğu engellemek isteyeceği, ama kimse sabah namazına durmuş tayfanın güverteye serilmiş seccadesine kan bulaşacağını da beklemiyordu… Zor kullanılacaklar, esir alınacaklar belki de zulüm göreceklerdi ama dünyanın gözleri önünde katledileceklerini israilin bu kadar kural tanımaz olabileceğini ummuyorlardı.

Ve zalim konuştu yine… zulümleri konuştu… 9 cana mal oldu…

Ve aciz konuştu yine; bize saldırdılar… canımızı korumak zorundaydık…

Ve silahlar serildi, basına servis edildi…

Olacak şey değildi, ekmek bıçakları, kazma sapları, paspas sopaları, ingiliz anahtarları, tornavidalar, halatlar…

Bütün bunlar dünyanın en donanımlı ordularından biri olmakla övünen israili yerle bir edebilirdi…

“Zaten yıllardır 8 yaşındaki Filistinli çocuğun elindeki sapan ile tehdit altında yaşayan israilin böylesi bir tehdit karşısında kendini koruma hakkı, haklı ve yerindedir” dedi…

Bir LEŞmiş milletler ve bir LEŞmiş amerika…

Bir leşmiş söylemiş, hiç dostun olmamış ki, beklenir de lakin bu topraklara teni temas edenin, kanında bu memleketin oksijeni dolaşanın ifadelerinde israili haklı çıkarır konuşmasını kabullenemiyorum. Bu hadisede israille ilişkilerimizin zedelenmesinin müsebbibi hükümettir deyip ilişkilerin zedelenmesinden yakınan zevatı terazinin hangi kefesine koymalı bilemiyorum…

Kılıçdar olan, kınını ar eder de şu zulüm karşısında siyasi hesap yapmaz… Yazıktır…

“Hava” harekâtı…

11 Ekim 1988

Başbakan Turgut Özal: Bıçak kemiğe dayandı. Bu devlet kan döken teröriste bedelini ödetecek güçtedir.

8 Aralık 1992

Başbakan Süleyman Demirel: Terör örgütü şimdi de masum çocukların canını almaya başladı….Bıçak kemiğe dayanmıştır.

6 Ağustos 1996

Başbakan Tansu Çiller: Terör ya bitecek ya bitecek. Bıçak kemiğe dayandı.

16 Aralık 1997

Başbakan Mesut Yılmaz: Avrupa terör örgütüne daha fazla kucak açmaya devam edemez. Bıçak kemiğe dayandı.

14 Şubat 1999

Başbakan Bülent Ecevit: Bıçak kemiğe dayanmıştır. Teröre hizmet eden herkes hesabını vermeye hazır olsun.

14 Ağustos 2011

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan: Bıçak kemiğe dayandı. Bunun bedeli çok ağır olacak.

Bıçak kemiğe hep dayandı ama hiç bir halta yaramadı…

Tarihte gerilla savaşını kazanan hiçbir ülke yok maalesef…

Askeri güç, siyasi kararlılıkla desteklenmedikçe yazık ki memleketin varını yoğunu Irak dağlarını düzeltmek için kullanırsınız…

30.000 canın katilini kendine tahsis edilmiş istirahatgahında tutup, koşullarından şikayet edebilecek cürreti kendinde görmesini sindirebiliyorsanız bu sefer ciddiyiz kabadayılıkları yapmanın bence hiçbir manası yok. Son 20 yılda bıçak kemiğe dayandı ifadesi defalarca kullanıldı. Ama adanın köpeğinin yattığı yerden -ki o yattığı yer devlet tarafından korunuyor ve dağdaki ininden çok daha güvenli- talimat vermesine, avukatları aracılığıyla deklarasyon yayınlamasına, hatta kitap bastırıp propaganda yapmasına engel olunamıyor…

Ve hala çok ciddiyiz… Bu sefer çok ciddiyiz…

Her halde evladının kefene sarılmış bedenini kendi elleriyle toprağa bırakan babanın,

dünyalar yoluna feda olsun dediği yiğidinin arkasından, bu vatana feda olsun diyebilen ananın,

avucuna bırakılmış nişan yüzüğüne bakarken kurduğu hayaleri gözyaşlarına gömen yarin

ya da ağlayan ailesinin kucağında etrafında toplanan kalabalığı anlamlandırmaya çalışan bebeğin ciddiyetini içimizde hissedemediğimiz sürece çok ciddi olamayacağız…

Gözleri koli bandıyla kapatılmış, elleri bağlı halde bordo berelilerin itin ..tüne soktuğu, paketleyip getirdiği terörist başını, biz çözemedik bir de ona soralım diye yüceltirsen ciddiyetin de samimiyetin de şüphe uyandırır…

Üzülerek belirtmek isterim ki, 99 yılında terörist başının elegeçirilmesi ile yerle bir olan itibarı, önce idama mahküm edilip sonra cezanın ertelenmesi ve sonrasında da idam cezasının kaldırılması ile yeniden dirilmiştir. Yazık ki hükümetin silahsız çözüm ararken yaptığı yanlışlar da bu dirilişi körüklemiştir.

Mağaradan çıkan saçı sakalına karışmış son görüntüsü ile hatırladığımızı Saddam’ı dünyanın gözü önünde ipe çeken Amerika’nın “ben terörist gördüğümü asarım arkadaş! kimse de gıkını çıkaramaz.” kararlılığını emsal gösteremeyip, 30 yıldır kanını emen köpeği adada besliyorsan çok da ciddiye alınmazsın… Kimse kusura bakmasın… “Hava harekatı”n havada kalır…

Hadi, Avrupa Birliği, Kopenak kriterleri, Birleşmiş Milletler kararları, NATO baskısı falan filan… İdam edemiyorsun, etme… Ağırlaştırılmış müebbet hapsin gereğini uygula…

son durak

yakın gemileri, limanları yakın,
geçmişi bırakın,
yakın geleceği, günü anlamlandırmaya bakın…
var’ın, farkına varın,
demir alma vakti.
akın akın sevdaya akın,
gemiler yakın, limanlar yakın…
manadan uzak kelimeler tuzak,
fikir kıt, anlam kurak…
gönül zemberekli çıngırak,
ama bildiğim son durak… hb

Şort metaforu…

yaşlı adam her basamağında soluklanarak çıktığı merdivenleri aşarak bindiği tıklım tıklım otobüste kısa titrek adımlarla ileleyerek kendisine yer verecek bir genç yüz aradı oturanlar arasında… otobüsün doluluğu nedeniyle kendisini farkedebilecek 3-5 koltuk vardı… umutla süzdü… tesadüf o ki o koltukların birinde kayınvalidesiyle birlikte oturan hamile bir hanım, diğerinde kucağındaki minik bebeği zaptetmeye çalışan genç bir anne, bir diğerinde de koltuk değneğini yanına yaslamış engelli bir adamcağız oturuyordu… geriye bir tek koltuk kalıyordu… gördüğü kadarıyla genç ve sağlıklı bir hanımkıza benziyordu… ayakta duranlar da bu hanım kızın kendisine yerverebileceğini düşündüklerinden olsa gerek o yöne doğru kendisine müsaade ettiler…
amca otobüsün hareketinin de verdiği düşme korkusu ile bi hamlede kız cağızın başında dikiliverdi… ne varki hanımkız camdan dışarı bakıyor kendisini görmüyordu… ses etmedi… bekledi… kendisini görünce yer vereceğinden emindi. Yorgunluğu yüzünden okunuyordu… ama kız kafasını çevirmiyordu… daha fazla sabredemedi çünkü dizleri titremeye başlamıştı… “kızım” diye seslendi… bekledi… kızda hiçbir hareket yok… hanım kız çok dalgın olmalıydı… hafifçe eğilerek tekrar, “kızım bana müsade edebilir misin çok yorgunum da…” dedi utanarak… yazık ki kız onu duymuyordu… saçları ile kapanan kulaklarındaki kulaklık yaşlı adamın sesini harcamıştı… durumu gören ve amcanın çaresizliğini farkeden genç adam kulağındaki zımbırtı yüzünden dünya ile bağlarını kesen  genç kızın omzuna hafifçe dokunarak “hanfendi amcaya yer verebilir misiniz, adamcağız ayakta duramıyor da…” demesine kalmadı kızılca kıyamet kopuverdi… “sen bana nasıl dokunursun yaaa.. sapık…” ve arkasından bir şok daha “biz görmüyo muyuz…”beklemediği tepki karşısında genç adam donup kalmıştı… kızın şirretliği karşısında olaya tanık olanlardan hiçbiri araya girerek okları üzerine çekmek istemiyordu… sanırım biraz da yaşlı adama yer vermeyen kız durumunda kalma suçluluk psikolojisinin de etkisiyle susmuyordu… öyle ki genç adamı bırakıp ihtiyara döndü… “ayakta duramıyon ne otobüslerde geziyon”, “çok rahat etmek istiyosan taksi tut”… aman yarabbi… yaşlı adam neye uğradığını şaşırmıştı… bu çok aşırı bir tepkiydi… tamam kızım haklısın diyebildi adamcağız… seslendi kız “şofööör durur musun…” en yakın durak da durmak için biraz daha gaza basan şoförü de payladı “dursana ya, gerizekalımısın, incem…”hasbinallah” deyip durdurdu otobüsü kaptan… o ana kadar buz kesilen ve çıt çıkmayan otobüsten,söylene söylene inen kızın ardından müthiş bir uğultu yükseldi… çık çık sesleri… homurdanmalar…
yaşlı adam böylesi bir tepki ile karşılaşacağını bileydi sanırım hiç yanaşmazdı. Yolculuğu ayakta tamamlasaydı bu kadar yorulmazdı.ve oturdu koltuğuna… yaşadığı heyecan yüzünden hızla atan kalbine nefes yetiremeyordu ciğerleri… derin derin soluklandı… soluklandı… otobüs kendi arasında mevzuyu tartışırken yaşlı adam kriz geçiriyordu… bir kez daha derin bir nefes aldı… arkasına yaslandı ama başı önüne düştü… açık kalan gözleri camdaki etiketi işaret ediyordu… bu koltuk hamileler ve çocuklular ile engelli, hasta, yaşlı ve gazilere aittir…
Otobüste mini şortundan dolayı taciz edildiğini iddia eden voleybolcu kızcağızın çığlıklarına sessiz kalmayan Y.OZDİL’in “Bu yazı kız babalarına” başlıklı yazısını okuduktan sonra paylaşmak istedim yukarıdaki yazıyı… abimiz bayanların spora katılımından girmiş, kız babalarına verdiği derin mesajla çıkmış… “kızınız zontalar ülkesinde yaşasın istemiyorsanız şort giydirin”… mevzu yeni bir tacize meyyal giyim tartışmasına döner mi bilmem ama en gelişmiş memleketlerin bile zonta kadrosunun daima kabarık olduğu değiştirilmesi güç bir gerçek… ve yazık ki yakın gelecekte zontaların azalacağı konusunda da ikna edici bir veriye ulaşamadım…hal böyle iken zontaların zokasına yem saplamaktan öte nedir bilemedim bu tavsiyenin derun manasında gizlenenin…
Edep, adap, saygı ile bezenen ve nezakete bürünüp, asalet giyinen kızların babaları bu yazıdan nasıl bir ders çıkarırlar ve yozdilin çağrısına nasıl kulak verirler bilmiyorum ama toplumla bilikte yaşama adabını kızının zihnine nakşetmek herhalde bir babanın kızına vazifeleri arasında giyim kuşamı ile ilgili telkinlerinden evvelde durur kanısındayım. Siz adab-ı muhaşereti şorttan kıymetsiz sayarsanız gün gelir ayakta kalan amca siz olursunuz. o genç adam bir daha aynı girişimde bulunup sapık diye yaftalanma riskini göze almaz. bide bakmışsınız sapık olmuşsunuz yada ihtiyar zonta…

yaşlı adam her basamağında soluklanarak çıktığı merdivenleri aşarak bindiği tıklım tıklım otobüste kısa titrek adımlarla ileleyerek kendisine yer verecek bir genç yüz aradı oturanlar arasında… otobüsün doluluğu nedeniyle kendisini farkedebilecek 3-5 koltuk vardı… umutla süzdü… tesadüf o ki o koltukların birinde kayınvalidesiyle birlikte oturan hamile bir hanım, diğerinde kucağındaki minik bebeği zaptetmeye çalışan genç bir anne, bir diğerinde de koltuk değneğini yanına yaslamış engelli bir adamcağız oturuyordu… geriye bir tek koltuk kalıyordu… gördüğü kadarıyla genç ve sağlıklı bir hanımkıza benziyordu… ayakta duranlar da bu hanım kızın kendisine yerverebileceğini düşündüklerinden olsa gerek o yöne doğru kendisine müsaade ettiler…
amca otobüsün hareketinin de verdiği düşme korkusu ile bi hamlede kız cağızın başında dikiliverdi… ne varki hanımkız camdan dışarı bakıyor kendisini görmüyordu… ses etmedi… bekledi… kendisini görünce yer vereceğinden emindi. Yorgunluğu yüzünden okunuyordu… ama kız kafasını çevirmiyordu… daha fazla sabredemedi çünkü dizleri titremeye başlamıştı… “kızım” diye seslendi… bekledi… kızda hiçbir hareket yok… hanım kız çok dalgın olmalıydı… hafifçe eğilerek tekrar, “kızım bana müsade edebilir misin çok yorgunum da…” dedi utanarak… yazık ki kız onu duymuyordu… saçları ile kapanan kulaklarındaki kulaklık yaşlı adamın sesini harcamıştı… durumu gören ve amcanın çaresizliğini farkeden genç adam kulağındaki zımbırtı yüzünden dünya ile bağlarını kesen  genç kızın omzuna hafifçe dokunarak “hanfendi amcaya yer verebilir misiniz, adamcağız ayakta duramıyor da…” demesine kalmadı kızılca kıyamet kopuverdi… “sen bana nasıl dokunursun yaaa.. sapık…” ve arkasından bir şok daha “biz görmüyo muyuz…”beklemediği tepki karşısında genç adam donup kalmıştı… kızın şirretliği karşısında olaya tanık olanlardan hiçbiri araya girerek okları üzerine çekmek istemiyordu… sanırım biraz da yaşlı adama yer vermeyen kız durumunda kalma suçluluk psikolojisinin de etkisiyle susmuyordu… öyle ki genç adamı bırakıp ihtiyara döndü… “ayakta duramıyon ne otobüslerde geziyon”, “çok rahat etmek istiyosan taksi tut”… aman yarabbi… yaşlı adam neye uğradığını şaşırmıştı… bu çok aşırı bir tepkiydi… tamam kızım haklısın diyebildi adamcağız… seslendi kız “şofööör durur musun…” en yakın durak da durmak için biraz daha gaza basan şoförü de payladı “dursana ya, gerizekalımısın, incem…”hasbinallah” deyip durdurdu otobüsü kaptan… o ana kadar buz kesilen ve çıt çıkmayan otobüsten,söylene söylene inen kızın ardından müthiş bir uğultu yükseldi… çık çık sesleri… homurdanmalar… yaşlı adam böylesi bir tepki ile karşılaşacağını bileydi sanırım hiç yanaşmazdı. Yolculuğu ayakta tamamlasaydı bu kadar yorulmazdı.ve oturdu koltuğuna… yaşadığı heyecan yüzünden hızla atan kalbine nefes yetiremeyordu ciğerleri… derin derin soluklandı… soluklandı… otobüs kendi arasında mevzuyu tartışırken yaşlı adam kriz geçiriyordu… bir kez daha derin bir nefes aldı… arkasına yaslandı ama başı önüne düştü… açık kalan gözleri camdaki etiketi işaret ediyordu… bu koltuk hamileler ve çocuklular ile engelli, hasta, yaşlı ve gazilere aittir…
Otobüste mini şortundan dolayı taciz edildiğini iddia eden voleybolcu kızcağızın çığlıklarına sessiz kalmayan Y.OZDİL’in “Bu yazı kız babalarına” başlıklı yazısını okuduktan sonra paylaşmak istedim yukarıdaki yazıyı… abimiz bayanların spora katılımından girmiş, kız babalarına verdiği derin mesajla çıkmış… “kızınız zontalar ülkesinde yaşasın istemiyorsanız şort giydirin”… mevzu yeni bir tacize meyyal giyim tartışmasına döner mi bilmem ama en gelişmiş memleketlerin bile zonta kadrosunun daima kabarık olduğu değiştirilmesi güç bir gerçek… ve yazık ki yakın gelecekte zontaların azalacağı konusunda da ikna edici bir veriye ulaşamadım…hal böyle iken zontaların zokasına yem saplamaktan öte nedir bilemedim bu tavsiyenin derun manasında gizlenenin…
Edep, adap, saygı ile bezenen ve nezakete bürünüp, asalet giyinen kızların babaları bu yazıdan nasıl bir ders çıkarırlar ve yozdilin çağrısına nasıl kulak verirler bilmiyorum ama toplumla bilikte yaşama adabını kızının zihnine nakşetmek herhalde bir babanın kızına vazifeleri arasında giyim kuşamı ile ilgili telkinlerinden evvelde durur kanısındayım. Siz adab-ı muhaşereti şorttan kıymetsiz sayarsanız gün gelir ayakta kalan amca siz olursunuz. o genç adam bir daha aynı girişimde bulunup sapık diye yaftalanma riskini göze almaz. bide bakmışsınız sapık olmuşsunuz yada ihtiyar zonta…

“huzur islamdadır”mı?

Nedir huzur?

kimsenin karışmadığı, dünya dertlerinden uzakta, sakin ve de sessiz durgun ve de dingin bir hayat özlemi midir… başkasının derdi ile hemdem olmak, derdini dertten bilmeyip başkasınınkini de paylaşmak değil midir inanmak, aza kanaat etmek değil midir, daha fazlasına tamah etmemek… şöööyle uzatıp ayaklarını batan güneşe karşı uzanmak, az çalışıp çok kazanmak, kazandığını fütursuzca harcamak değil diye bilirim gönül vermeyi, yola baş koymayı… ana bir yana, “ene” den geçmek değil midir… huzur dileyen gönüllerin semaya açtığı ellere konanlar, hep daha fazlasını dilemenin tohumlarını serperken, huzur, kulun önünde asılı ve asla ulaşamayacağı bir havuç değilmidir. Kimdir istediğini elde etiikten sonra daha fazlasını istemeyen…

Müslüman! huzur islamdadır deme… komşun açken tok yatıyorsan bana huzur deme… kardeşlerin firavun yöneticilerin gazabıyla alev aley yanıyorsa sus… ma… ağla… huzur yok sana…

16 saatin sonunda elhamdulillah diye göbeğini ovuşturarak şükretmek midir huzur…

16 gün açlığın sonunda eline verilen bir lokma ekmeği yarını da var diyerek, titreyerek ama ölçerek yemeye çalışan somaliliyi düşünmüyor ve ölçüsüzlüğüne, müsrifliğine kahretmiyorsan şüphe et kendinden…

Gerçek aleme vaadedilen huzuru, yalan mekanda arıyorsan gayretin boşadır…

paylaşmak, paylaşamamakla huzursuz olmaktır huzur… huzur göçmeye hazır olmaktır…

Aç avuçlarını bu ramazan, bir semaya, bir de utanarak çaresizce sana açılan avuçlara aç…

Aç çünkü huzur ihsandadır…

beddua

hay baş örtülerine dolanasın da çözülemeyesin, bitli börtülü başlara örtülü, kara kirli kalpaklar altında kalasın da kalkamayasın. sindiremediğin sinelerin sillesiyle sersefil olasın. sayışıp danışıp yargılayıp bindiğin tayların çiftesine denk gelesin de doğrulamayasın. dünya uzaya çıkıyo, bay otel odasında kaldı, sen kılıcı dar kalasın da eşe, eşrafa batmayasın…

önyargı…

dilim yandı,
üfleyerek içiyorum yoğurdu yanmayayım diye,
akıl sınıra dayandı,
suyu ısırarak yemek hangi önyargılarımdan hediye…

lazın aşkı…

közlerin içine düşeni yakar…
bi körsen, közlerinin ta oralardan erittiğini
bilirsin…
seni nasıl sevdiğimi…
bir de dilim dönse de anlamlansa söylediklerim,
etmedi düşmanlarım laz dilimin ettiğini…

günah kâr

tebessüme aldanma görünen inkar olur
yüzü gülerken insan çiğeri efkar olur
derviş görünenden de alâ  günahkâr olur,
tevbe bilmeyenlere sanma günah kâr olur…

Süreyya kayar gibi…

iki lafın biri beleş, hani barış, hani er meydanında güreş
hani muhabbet SIRRI, hani umut olan güneş…
tebessüm solar ise SÜREYYA kayar gibi…
arkalara ÖN DERsen , muhabbet bayar gibi…