Yiğit Zorda

yalnızlar kalabalık, şehir puslu
doru at, arsız itle başa-çıkamaz-orda,
hırsız namuslu, yiğit uslu
kasket elde, baş-açık-ama-zorda

Kısas

İnsan olmayan için İnsanlık deme bana,
geri bas…
adaletse kıstas
terazi hassas,
değil mi ki iman ettik,
dessasa iltimas yok,
kısas esas…
çalanı kes, kıyanı as…

Anama

Ana kuzusu bu ateşten gömlek
Giymesi ömürlük çile dert demek
Hata evlat fıtratında, af anaya dek
Kıyma hata ettim, sev beni yine…

Ne çıktı bilmedim, dilden ne diye
Kendini bilmemek böyle seviye
Akıl baştan çıkıp dönüp deliye
Göz yaşına kıydım, döv beni yine…

İşimin, aşımın, sebebi sensin
Eşimin, evladımın talebi sensin
Dünya defterinin mektebi sensin
Silindim canından, yaz beni yine…

Nankörlük bürümüş koca bir nefsin
Sözüne inandım, heva hevesin,
Ne dediysem boş, yalan bilesin,
Dağıttım kendimi, diz beni yine…

Cehennem yolu var “uf” dedirtene
Cennet ayağının altı bilene
Yoluna serilsem, kul olsam bile
Ödeyemem hakkını, ver beni yine…

“Kendimi affetmem” deyipte yekten
İçimi eriten bir felaketten
Kendini bilmezlik denen illetten,
Kurtar affedipte, sar beni yine…

Canım, ruhum, özüm sana hediye
Senin için varım, yoksa ne diye…
Bir çatı altında torunlar ile
Bir ömür gülelim, gör beni yine…

Affet ağlamaktan kalmadı yaşım,
Tadı yok ekmeğin, zehir her aşım,
Hangi duvarlara vurursam başım,
Kanamıyor, kanatan, ar beni yine…

Anamın sinesi cennet kokulu,
Kiliminde nakış nakış aflar dokulu
Boşanıp kalınmaz ya evlat dulu,
Aç kanatlarını, al beni yine…
Affet rüyalara sal beni yine…

İstismar Marşı

Kahraman ırkıma bir bak; ne bu çirkef, bu ne hal
Ne isyanda çare var, ne konuşmakta yarar,
Her adım fitne fesat, her işin ardı çıkar,
Hakkıdır nakte tapan milletimin istismar…

Selam Olsun

Selam olsun Ağrı’ya Nemrut’a Uludağ’a
Karış karış memleketin her köşesini rant tarlasına çevirenlere selam olsun;
Selam olsun Zonguldak’a, Burdur’a, Somaya,
Parayı insan hayatından kıymetli görüp;yüzlerce canı toprak altında koyanlara,
Selam olsun, Çorum’a, Giresun’a, Rize’ye,
Tarım ülkesinde tarımı bitirenlere, Çayı, Fındığı, Buğdayı sömürenlere selam olsun,
Selam olsun Fırat’a , Kızılırmak’a, Çoruh’a
Doğa kıymeti gözetmeden, Heslerle dereleri kurutanlara, ülke kazanıyor yalanlarıyla milleti avutanlara selam olsun…
Selam olsun, Mardin’e, Diyarbakır’a, Van’a
Çözüm, müzakere deyip 30.000 şehidin kemiklerini sızlatanlara, dağdaki teröristi şehirlere indirenlere selam olsun…
Selam olsun Halep’e, Şam’a, Trablus’a
Kendi vatanımız gibi girip çıktığımız memleketlerle düşman edenlere selam olsun…
Selam olsun İzmire, İstanbul’a, Ankara’ya
24.000 liralık vekil maaşıyla zor geçiniyoruz deyip, işçiye 1000 lirayı çok görenlere selam olsun…
Selam olsun Adana’ya, Gaziantep’e, Hatay’a
Lezzet kokan diyarları, mülteci akınları ile yaşanmaz hale getirenlere selam olsun…
Selam olsun Sakarya’ya, Dumlupınar’a, Çanakkale’ye
Uğruna güneşler batıran milletin, nazlı hilalini indirtenlere, bir karışına canlar feda eden milletin onurunu çapulcu sürüsüne bırakıp kaçanlara…
Selam olsun, Laz’a, Kürd’e, Çerkez’e
Horonuyla, zılgıtıyla, halayıyla biraraya gelip kucaklaşanları birbirine düşürenlere selam olsun…
Yeni Türkiye’ye Selam olsun…

Yaş Otuzbeş

Üçyüzatmışbeş adımda, boş beleş
Yolun yarısına olup tebelleş
Tevellütten beriye otuzbeş
Çizik atıp gittin uğurlar olsun…

Yüzünden ne gördük ardını dönüp,
Kader ağlarına kördüğüm örüp,
Olanı oldurup hak reva görüp,
Yakıp yıkıp gittin uğurlar olsun…

Sitem

Kimine göl, kimine çöl düştü
Kanan da var, yanan da…
Kimine ar, kimine har düştü
Utanan da var, azan da…
Kimi dağda bedbin,
Kimi batakta mutmain
Gamlı kurdu da var, ayyaş sazan da…
Kimi derde aşık,
Kimi her yerde bulaşık,
Dervişi de var, ipe un sermişi de…
Kimi kara günde fener,
Kimi hasımlara nefer,
Kıymet bilmişi de var, kınayla gelmişi de…

Kilis’e

gafil asker oldu kindar reise
papaz imam oldu, cami kilise
ot tıktılar vurup her ayrık sese
avaz ilişmiyor garip kilis’e

vuruluyor kilis derdimiz reis
palavra hayaller, gelecek habis
şehit turab olmuş, vicdanlar hapis
yerlere çalınan ilk sancak kilis…

Yare

yare düşer yare düşer
sineme kaç yare deşer
bir yanım kömür karası,
öbür yanım yare düşer

ar yarası ar yarası
savılmıyor yar yarası
bir yanımda ar dumanı
öbür yanım yar yarası

Hakikat

Heves binbir nakış, nefis tel örgü
Ezan sesi davet, icabet görgü
Secdeden kıbleye mübarek döngü
Bilmem sahi midir yoksa riya mı?

Dünle giden gitti, bugün nesi var
Bir bilenin binbir bilinesi var
Bilip erenlerin hazinesi var
Bilmem gerçek midir yoksa rüya mı?

Derman isteyenler derde sarılsın
Dertler ummanına dalıp yarılsın
Merhem arayanlar tuza sarılsın
Bilmem zehir midir yoksa deva mı?

Dünya sana kanan serde bey midir?
Dervişin duası çeşm-i mey midir?
Sarhoşun takvası olur şey midir?
Bilmem hak mı bize yoksa reva mı?

HakSaray

Ak saray yapıldı…
Oh ne de güzel yapıldı, aman da pek yakıştı itibarı arşı delen memleketime.

Devrü alem mecmualarının manşetlerine “21.yüzyılda hala madende işçiler ölebiliyor” yazdıran, bir “van minutü” ile Filistin’e sistematik zulmeden israilin elini kolunu bağlayan dünya lideri ve avanesine yakışır elbet.
Altın varaklı sütunların altında, memleketin bilmem kaç köşesinden getirilimiş pırıl pırıl mermer zemin döşemelerinin üzerinde yürümek, işçisine %3 zammı reva gören yüzyılın sultanına yakışmayacakta kime yakışacak.

O bin odalı saray, her projesinde binbir stratejik derinlikle memleketi ortadoğunun kadim düşmanlarıyla yüzgöz edenlere layıktır elbet. Halkın içinde olmak, toprağa dokunmak, suya kanmak, memleketle kalmak, memleket olmak gelmiş geçmiş en büyük lidere yakışır mı. Kisra sarayları inşa edip, aşsızdan, işsizden, yalın ayak çift sürenden, başı okşanmak bilmemiş yetimden derin yarlarla ayrılmalı. E biraz mesafe olmalı tabi…
Yakıştı yakıştı, çok yakıştı… Mum dikmek denir ya o hesap…

Bunca yıl geçmiş, onca şey yapılmış, memleketi ihya eden ol devletlü sultana tebayı görüp dinlemek yakışır mı hiç bu vakitten sonra. Görüp, dinleyenler, zatı- şahanelerine usulünce söyleyenler çok… Memleket olduğu gibi görülmemeli, sultanın görüldüğü gibi olduğuna ikna edilmeli halk…

E biraz yandaş olmalı tabi…

Güzel oldu güzel, pek bi güzel oldu…

Kefen giyip gelen, yol ver gidelim, öl de ölelim diyen, liderine sıdk-u sadaketle bağlı, fikri hür, irfanı enginleri aşan cümle cemaat kendilerini makarna ve kömürle ihya eden maliklerine, asgari ücretlerinden arttırdıklarıyla bi saray inşa ediversinler canım çok mu… Hem görün bakın bu saray nasıl da çözüm sürecini tetikleyip terör belasını def-ü ref eyleyecek. Gösterişi ve azameti ile bizi bi çırpıda ortadoğunun lideri konumuna getirecek. Görün bakın çok da sürmez mili gelir taaaaa van yapacak. Cari açık ahşap tarihi yalıları restore eder gibi beton sıvalarla kapatılacak. Eğitim sistemi yıkılacak, işinin ehli bir müteahit eliyle yeniden yapılacak. 4+4+4 bloklar dikilecek… Geleneksel “en yaramaz sınıf başkanı yapılır” yöntemi ile memleketin en azılı hırsızları, arsızları, yandaş ve yalakalarına en büyük kamu ihaleleri verilecek bu sayede yolsuzluklar önlenecek. Hani olmaz ya olaki bi yolsuzluk oldu, mücadeleye yeltenen Savcı ve Polislerin sürgün yerlerine ulaşımı kolaylaştırmak için metro hatları yapılacak. Oradan oraya kolayca sürülebilecek. Olacak… Hak ettik ki olacak…

Kul hakkı? Tüyü bitmemiş yetimin, ekmeği için ölenlerin, vatanı için yitip gidenlerin hakkı!
Eee o kadar da olacak…

Kul, hakkından feragat edecek, Şah haksaraylar yapacak tabi…

Türkiye muhafazakar bir ülke(mi)dir…

Muhafazakar özgürlük, daha fazla başörtülü, daha fazla sakallı, daha fazla camili, daha fazla imamlı olmak anlamına mı gelir… Bütün bunlara fazlası ile sahip ama ikiyüz senedir batının piyonu olmuş arap yarım adası muhafazakar mıdır mesela?

Muhafazakarlığın olmazsa olmazı, milli hassasiyet, sosyal adalet, toplumsal örfe saygı, geleneğe bağlılık, onurlu vatandaşlık, hakka riayet, Hak’a iman, kavramlarını ne kadar muhafaza ediyoruz?

Daha rahat namaz kılmak, ibadetin gereğini istediği yerde istediği gibi yerine getirmek, uygun fiziksel atmosferi yakalamak islami bir yaşayış için yeterli mi?

Başörtümle yaşayabiliyorum, namazımı kılabiliyorum gerisi beni ilgilendirmez demek islami bir ölçümüdür?

Toplumsal refah, ev ekonomisinden ibaret midir?

Giyimiyle kuşamıyla, gündelik yaşamıyla, dinin fiziksel bütün şartlarını yerine getiren ve maddi olarak da hiçbir sıkıntısı olmayan islam ülkeleri yok mu? Bu ülkelerin Gazze’de, Suriye’de, Türkmeneli’nde, Afganistan’da, Arakan’da sessiz kalması, şuan içine sürüklendiğimiz sözde islam anlayışının bir parçası olabilir mi acaba?

Başımızdakiler namazında niyazında, inançlı (!) insanlar deyip, geriye kalan yöneticilik vasıflarının hiçbirini sorgulamamak ne kadar müslümanca?

“Kişinin namazına, orucuna bakmayın; konuştuğunda, doğru konuşup konuşmadığına, kendisine emniyet edildiğinde, güvenilirliğini ortaya koyup koymadığına; dünya kendisine güldüğünde, takvayı elden bırakıp bırakmadığına (menfaat anındaki tavrına) bakıp öyle değerlendirin.” (Kenzul-Ummal, h. No: 8435) Hadis-i Şerif’i hiç mi kaygılandırmıyor seni.

“Vicdanın kabul etmediği hiçbirşey islami değildir” demiyor muydu Gazali…
“Tek yol islam” deyip harama göz yummak, “Ya Allah” diye yola çıkıp, yalana “eyvallah” demek, “Bismillah” diye işe başlayıp, “bize de bişeyler düşer inşallah” hesaplarıyla inanç tüccarlığı yapmak vicdani midir?

“Müslüman haram yemez, yolsuzluk yapmaz, kul hakkından korkar”dı ya hani, şöyle bir bak etrafına; harama bulaşmayan esnaf, yolsuzluk yapmayan idareci, vazifesini hakkı ile yapıp, kul hakkı yemediğinden emin memur görebilir misin? Ticarete bulaşıp vergi usulsüzlüğü yapmayan kaldı mı? ve herşey “olağan”, “olmazsa olmaz”, “o kadar olur”larla basitleştirilerek kabul edilir hale gelmedi mi?

Şükürler olsun ki neyin doğru neyin yanlış olduğuna bizim adımıza karar veren, muhafazakar(!) idareciler tarafından yönetiliyoruz… Gidişatta sorumluluğumuz yok…(!)

Müslümanca yaşamaya uğraşmayalım, müslüman(mış) gibi yaşamak yetiyor bize…

Boru

Onların petrolü varsa bizim de BORumuz var dedi adam…
“Bor”un var da öttüremiyorsun hacı,
Sahip oldukların hangi yaranın ilacı,
Mısıra acı, Suriye’ye acı, kendine acı,
Koca koca milletler kendi yurdunda kiracı…