Beni Sizler Kahrettiniz…

“Sağolunuz efendim, alkış tutan elleriniz dert görmesin, sizlerin sayesinde buradayım, beni sizler vâr ettiniz”

* * *

Televizyonun henüz piksellerle, inçlerle değil üzerindeki düğme sayısına göre kıymetlendirildiği günlerdi. TRT Ankara stüdyosunu dolduran seyircilerin alkışları arasında sahne alan sanatçılar sahnelerini tamamladıktan sonra gördükleri ilgi ve sevgiye bu şekilde teşekkür ederler, sahneden seyircilere sırt dönmeden bu sözlerle ayrılırlardı; beni sizler vâr ettiniz!

Özal’lı dönemde bu cümle siyasetin de içine girmiş, kalabalık miting alanlarında “sizler olmasaydınız, bizler buralara gelemezdik” şeklini almıştı. Netekim askeri idare yerini gerçek seçilmişlere bırakıyor demokrasi güçleniyordu. Ve aslına bakılırsa iktidarlar açısından demokrasi “beni sizler var ettiniz” rejiminin kısa adıydı.

Geçmişte durum böyleyken, günümüzde başbakan yardımcımız katıldığı TV programlarında “sizi bizler var ettik, biz varsak varsınız, biz olmazsak siz de olmazsınız” şeklinde beyanatlar veriyor. Yazık! Belli bir zümre ya da camiayı tehdit eder gibi söylenen bu cümleyi neresinden tutarsanız elinizde kalıyor. “Sizi bizler var ettik” dediğiniz camianın diğer camialardan ayrılarak “var edilmesine” neden lüzum görülmüştü.

Bir camianın iktidarınıza, milli menfaatlerinize kastettiğini iddia edip, yok edilmesinin milli bir mesele olduğu yönünde telkinlerde bulunup, en tepeden bunun bir “istiklal savaşı” olarak görülmesi gerektiğini söyledikten sonra, “biz yok olursak, siz de yok olursunuz” cümlesi nasıl bir çelişki ne çeşit bir ilişkidir.

Bu nasıl bir paradokstur ki sizi bitirmeye çalışan camia “siz varsanız da yok olacak, yoksanız da yok olacak…”

* * *

Türkye’nin gelmiş geçmiş en güçlü iktidarının seçim kampanyalarındaki söylemlerinin devrim niteliğindeki evrimini seyrediyoruz;

Eskiden “önden giden atlılar” dediğiniz insanlara şimdi “truva atı” diyorsanız,
“fedakar, cefakar, hizmet insanları” diye örnek gösterdiğiniz kişilere “böcekler, haşhaşiler, vatan hainleri” diyorsanız,
“darbeciler, vesayetçiler, işbirlikçiler” diyerek 5 sene içerde yatırdığınız insanları, “akça pakça abiler, teşekkür etmediler” diyerek bir çırpıda salıveriyorsanız,
bir zamanlar “bir olacağız, iri olacağız, diri olacağız” derken,
şimdilerde “bizimle olursanız var olur, varlıklı olursunuz, bizimle olmazsanız yok olur, yoksul kalırsınız” demekten çekinmiyorsanız,
yapılanları anlatırken “birlikte başardık” demek yerine “biz yaptık biiiizzz!” diyerek egonuza ayar veriyorsanız evriminizi tamamladınız demektir.

Mübarek olsun!

Beni sizler kahrettiniz!

iSRA-FiL

İsrail+Filistin

Yurdunda iman, ölüm vesilesi
Kör gözlere dert, gelecek endişesi
Şeytan vesvesesi, dünya telaşesi,
Bir kıyamet kavgasinin sessiz şifresi
Sur’a uflemesi an meselesi…

7.Evlilik Yıl Dönümü

Sultanlik dedikleri, yanliz kalple kıt akıl
Hele sevdaya bulas, ateslerinde yakıl
Iki bahasız evlat, bir de huriye kapıl
Goz acip kapatmadan gelir gecer yedi yıl
Ilahi sen bu ömrü bu yuvaya hadim kıl

Dua

ya aç ellerini dua et, ya da al bir bilenden öğüt,
ne yakarışını duyar, ne de çare bulur derdine, o çaput bağladığın söğüt…

Salyası çenesinde kafirin…

Bir akil ses, bir mert nefes bekliyor insan,
Nafile…
Çıkıp şecaat arzederken külhanbeyleri, sirkatini ayyuka veriyor
Ceraatlerin sızlattığı sinelere icraatlerle merhem olunmuyor…
Makam makam her köşesi irin memleketin ve salyası çenesinde kafirin…

Dost kara günde (!)

Türk’ün Türkten başka dostu yokmuş ya, yalan(!)
BBC olayları taksimden canlı yayınlıyor!
Türk medyasının yapamadığını CNN yaptı; 8 saat canlı yayın!
Alman milletvekili eylemcilerin yanında!
Rus aktivistler eyleme destek veriyor!
Amerikalı stand-upçı başbakanla dalga geçiyor!
Çinlilerin hazırladığı gezi videosu rekor kırıyor!
Gezi olaylarının arka planı Fransız televizyonunda!
İtalya; yanınızdayız! Hindistan; diren gezi parkı!
Suriye rejimi; Erdoğan halkına zulmediyor!
Komşudan (Yunanistan) eylemcilere dost eli!
Ermenistan TC hükümetini kınadı!
AB uyarı kararı aldı!
İngiltere durumdan endişeli!
israil medyası gerçekleri sansürsüz gösteriyor!
İran bir video hazırlamış süper!

Aman Allahım ne çok sevenimiz varmış…(!)

Yangında körük arayanlar…

Şantiyecilerin, rantiyecilerin, göz göre göre hak yiyicilerin, gözü dönmüşçesine para hırsına bürünmüşlerin taşırdığı bardağın, yansımasıdır gezi parkı…

Şişmiş balona iğneyi değdiren polisin biber gazlı, joplu, tomalı müdahalesi olduysa da durumun toplumsal bir infiale dönüşmesinin günah keçisi yapmak akıllıca gelmiyor…

Bunca adaletsizliği, bunca yolsuzluğu, dev icraatların arasında kaynatarak görmezden gelen, dur demeyen, diyemeyen belki de demek istemeyen bir iktidar izledik. Şimdi de tüm bunlara yeter artık demek isteyenlerin de desteğini alan karıştırıcı, kışkırtıcı grupların ülkeyi savaş alanına çevirmesini izliyoruz.

Bir yanda polis insan katlediyor, onlarca ölü yüzlerce yaralı var yalan haberleri yapılırken, diğer yanda camiye alkolle girdiler, Peygamberimize hakaret ettiler, Polisi hastanelik ettiler gibi prodüksiyon

haberler dolanmaya başladı. Anıtkabiri yıkarız, AVM’yi yaparız / yaparlarsa asarız, yıkarlarsa yakarız haberleri ile dolu sosyal medya…

Anlaşılan o ki Türkiye için de düğmeye basıldı. Tunus, Fas, Cezayir, Mısır, Libya, Suriye halkasına Türkiye’nin de eklenmesi çabası sezinlemiyorsanız durup biraz daha düşünün… Yandaşlarla yoldaşlar arasında sistemli bir şekilde açılan uçuruma şavaş köprüleri kurmak isteniyor.

Sosyal medya yalan kazanı… İti, kopuğu, azanı, çenesinden salya sızanı yorumşör olup birbirine saldırıyor. Her yerden yalan yanlış, kurgu haberler pedah oluyor. Polis ya da eylemci gibi görünen kışkırtıcıların uç müdahale ve muamele görüntüleri yayılıyor daha fazla insanın sokaklara çıkması kargaşaya ortak olması sağlanıyor.

Ve birileri de çok uzaklardan “sonunda Türkiyeyi de karıştırdık” diyerek gülüyor…

Not:

Bugün bu yangına körükle koşanlar, ateşi söndürmek için kıyamadıkları bir bardak suyu kaybolan huzur ve güven ortamının üzerine afiyetle içerler…

Kanun, yağ, şeker… Helva?

Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine karma bir yönetim sistemi yoktur herhalde. 7 düvel biraraya gelmiş de kendi kanununu kendi yapamayan Türklere bi kanun biçememiş…

İsviçre medeni kanunları örnek alınmış, İngilizler düzenlemiş, Fransızlar mıncıklamış, Almanlar öpmüş, IMF ayar vermiş, Amerika postallamış ama bi türlü bu topraklara hitab eden bir anayasa yapılamamış…
Doksan sene geçti, doksan milyona dayandı nüfus, ama memleketin anayasası halâ noksan…
Üniter yapının açmazları var, federal devlet bize uymaz…
Parlementer sistem iyi de bürokrasisi çok…
Başkanlık sistemi modern padişahlık, yarı başkanlık yarım yamalak?
İran gibi şeriate mi sarılsak, dünya vazgeçmişken komünist mi olsak…
Orjinalini üretmeye uğraşmak yerine “çakmasını” yapmak milli geleneğimiz…
“Uğraşmaya lüzüm yok, yapılmışı var”, biraz modifiyeyle Türk usulü olur mantığı…
90 yıldır anlayamadık, elin kanunu bu topraklarda sökmüyor. Bu ülkenin vatandaşına hizmet etmiyor, kendine hizmet etmeyen kanunu da vatandaş kabullenemiyor.
Ama bak, bu memleketin kanunları da kurumları da Amerikalıya nasıl hizmet ediyor; Sarai Sierra öldürüldü; emniyet, istihbarat, içişleri, dışışleri, jandarma, özel harekat ayakta… Sorana da “kanunlar gereği gibi uygulanıyor” diyorlar.
E tabi kimin kanunu ise ona…

ExcaliBursa

Bin yıllık geçmişi olan şu şehre bir bakın…

Günün gündemine saplanan, rantiye uğruna ceraata dönüşen icraatlara bakın…
Bir kentin tarih kenti olma kimliğinin ana hatlarını, kırsalını, kutsalını, alt yapısını, iflah olmayanların rant kapısına dönüştüren, yandaşlara bölüştüren, eğrileri örtüştüren şu düzene bakın…
Emir sultanın, devrinin hakimi hünkarların, Somuncu babanın, Oduncu babanın, Üftade Sultanın, Üç kuzuların, her karış toprağına ayak izini, her taşına eteğinin tozunu bırakmış erenlerin, evliyaların yattığı şu tarih şehrine bir bakın…
Her cephesinden görünsün, her devrin övünç kaynağı olsun diye bin düşünülüp, binbir hesaplanarak imar edilen camilerin, türbelerin, çarşıların, hanların, hamamların hesapsızca beton yığınlarının arasında yitip gidişinin sessiz şahitliğini yapıyoruz hep birlikte…
Doğanbey… Adı ile çelişen bir ölümün habercisi… Bir şehrin, bir tarihin, bir geleceğin kalbine saplanan hançer…
Doğanbey, kentsel dönüşümle güzelleşecek, gelişecek güzel bir kent umutlarının çürük temeli…
Büyük çabalar gösterilerek, büyük emekler harcanarak, zorluklara göğüs gererek şehre kazandırılmış sıfır kilometre bir harabe…
Belki kötünün iyisi, belki engeller serisi, belki imkansızlıklar silsilesi belki yorgunluk belirtisi…Ortaya çıkan tarih mirası, kent planlaması, merkez trafiği gözetilmeksizin yarınlara hatıra bırakılmış dev bir utanç abidesi…

Doğan bey Uludağ’ın en canlı eteklerine saplanmış beton bir excalibur…
Ve excaliburu şehrin kalbinden sadece kral çıkarabilir…
Bekliyoruz ses ver Kral Artur…

Biranda da Göçmek Var…

Belki bir and içip bir fikri bayraklaştırmak,
Belki bir düzenin imarının mimarı,
Belki de bi rant çarkının dümeni olmak var…
Her devrin adamı olmak da var, her cenahın tepkisine maruz kalmak da…
Değerli olmak var, degerlendirilir olmak var…
Güçlü adam olmak var, gücün adamı olmak var…
Ataletle gelen akamet de var, Adaletle gelen asalet de  var…
Bir ömre bin ömür sığdırmak,
Bir anda göçüp gitmek de var…
İyisi kötüsü başka zamanların mevzusu,
bizde gidenin arkasından iyi bilirdik demek var…İyi bilirdik vesselam…

Gaza Geldik…

Güzellikler ayıpların örtüsü haline gelmeye başladı bu memlekette…

Evet pek çok güzel şey başarıldı, hayal gördüğümüz hedeflere ulaşıldı;

İlk yerli ucak havalandı, ilk yerli fırkateyn denize indirildi, ilk yerli tranvay raylara bırakıldı…

Pek alâ…

Gerçek anlamda gelişen hiçbir ülkede bu başarılar, iktidar yalakası çıkarcıların saman altından döşediği hortumlara göz yumma sebebi olarak gösterilemez. Yazık ki en muhafazakar ağızlardan yolsuzluğa, yalana, harama kılıf uyduran sözcükler dökülüyor… “Çalıyorlar ama iş de yapıyorlar” diyebilecek ve bu örtbası yiyebilecek kadar helal-haram hassasiyetini yitirmiş bir toplum haline geldik.

Hiçbir başarı toplumun adalet algısını değiştirecek yanlış bir uygulamanın örtüsü olmamalı.

Son dönemde dışa bağımlılık, cari açık, gelirler dengesi gibi bahanelerle yapılan insafsız zamlar toplumun adalet duygusunu yerle bir ediyor.

Belediyeler, devlet kurumları, KİT’ler har vurup harman savurmaktan geri durmuyor. En iyi lojmanlarda oturup, en güzel arbalara binen ve yine de geçinemeyip kendilerine %100 zam yapan bütçenin yılmaz koruyucuları, gelirler dengesini ancak asgari ücret görüşmelerinde, öğretmen atamalarında ya da sosyal güvenlik yatırımlarında hesaba alıyorlar.

Hizmet için iktidar olanlar, iktidar kalmak için göz boyama hizmetler yapıyor, har vurup harman savuruyorlar… Yandaşlık, yalakalık, kayırmacılık ayıp değil ayrıcalık haline geldi. Sırf birileri kazansın diye kişiye özel yatırımlar projelendiriliyor; köy standardındaki 8 metrelik yollara avrupa standartlarında 18 metrelik kaldırımlar döşeniyor. Duble yollar çatlıyor, asfaltlar çöküyor, altyapılar tıkanıyor, milyon dolarlık bat-çıkları su basıyor…

Ağalar kızmasın, yabancı yatırımcı ürkmesin, sanayici göz bebeğimiz diyerek zenginin tahtına sinek kondurulmuyor, savurganlıklar, yanlış anlaşmalar, işlevsiz kanunlar yüzünden açılan gedikler fakir fukaranın rızkı ile yamanıyor.

Lüks tüketimde vergi kolaylıkları, sanayide vergi indirimleri, aflar, yatırım destekleri ve teşviklerle kayırılanların faturası sıradan vatandaşın temel ihtiyaç giderlerine yapılan zamlarla kesiliyor.

Başarıyı alkışlamak, gurur duymak çok DOĞAL…

Ama geçmiş başarıların gazıyla yol almak, hele hele bunları yolsuzluklara kılıf olarak kullanmak insafa sığar değildir.

Toplum olarak çabuk gaza geldiğimizi kabul etmemiz gerekiyor. Böyle olunca gaz vermek sureti ile topluma ayar çekmek etkili bir iktidar aracı oldu…

Doğalgaz faturları bu ülkede gaza gelmenin bir bedeli olduğunu çok güzel ifade ediyor…

Gaza geldik; ödüyoruz…

DOĞAL OLARAK…

AŞK olsun

kabında aş,
omzunda baş,
sadık bir eş, ömrüne yoldaş,
iki çocuk tatlı telaş,
eski püskü, belki salaş,
bir çatıda sarmaş dolaş
geçen ömüre AŞK olsun.

yaklaşıyor yavaş yavaş
iki buçuk metre kumaş,
kara toprak, bir mermer taş…
cennet yurduna vatandaş
eden ömüre AŞK olsun.

misilleme

bu saldırıyı misillesekte mi hazmetsek, misillemesekte mi hazmedemesek…

Egolojik Denge

Çok sıkıntılı bir yılı geride bırakmıştı Fenerbahçe… Suçlamalar, iddialar, yargılamalar…En önemlisi de başkansız bir yılı çok büyük bir vukuat olmadan, lig ikincisi olarak bitirmişler, 26 yıldır hasret kaldıkları Türkiye kupasını da müzelerine götürme başarısını elde etmişlerdi.Bu başarının arkasında -takımına her koşulda sahip çıkan taraftarın dışında- 3 büyük faktör vardı. Aziz Yıldırım, Aykut Kocaman ve Alex… Kabul edelim ya da etmeyelim bu üçlüden biri o zor dönemlerde tökezleseydi Fenerbahçe geçen yılı bambaşka bir durumda bitirebilirdi…

Ne olduysa herşey birden değişiverdi…

Yanlışlar başladı,

Aykut’un sezon başında “o mu büyük, ben mi” egosuyla Alex’siz kadro planları yapması yanlıştı,

Alex’in doğru veya yanlış; hocasının kararına saygı duymaması, sosyal medyada polemik konusu yapması, Aykut’un heykel açılışına katılarak attığı adıma rağmen gerginliği sürdürmesi yanlıştı,

Aziz Yıldırım’ın “öpüşün de barışın” tarzında ikiliye ayar verip, sözde arabuluculuk yapması futbolcuyu hocasının ayarına çekmesi yanlıştı.

Doğal olarak, sular durulmadı, yalancıktan barışmalar, heykel açılışına katılmalar, göz boyamak için oyuna Alex’li başlamalar gerginliğin üstünü kapatamadı.

Olması gerekenler, olmaması gereken bir uslüp ile nihayet buldu maalesef…

Durum bu noktaya geldikten sonra Aziz Başkan’ın istemeyerek de olsa kaptan’a kapıyı göstermesinden başka da çare yoktu. Alex anlaşamadı diye hocayı göndermesi takım disiplini açısından çok daha büyük sorunlara yol açabilir, Aykut’tan sonra gelecek her hoca için handikap olabilirdi…

Ateşlediği fitilin buralara kadar geleceğini tahmin etmiyordu elbette, arkasında böylesine sağlam duran bir başkan, yanında Alex’gibi bir yetenekle, Aykut Fenerbahçe’de çok büyük işler yapabilirdi…Yazık oldu… Daha önemlisi bu üçlüyü birlikte görmek isteyen ve destekleyen taraftara yazık oldu…